AĞIR ROMANTİK
Yazan: Ali Demir
Yapımcısı Ruhi Aliyeva olan, senaristi ve yönetmeninin Deniz Denizciler olduğu Ağır Romantik filmi 14 Şubat 2020’de gösterime girmiş ve 1 saat 37 dakika olan film 6.0 imbd puanı ile 84.296 seyirciye ulaşmıştı. Heykel tıraş annenin ve profesör bir babanın konservatuarda okuyan genç kızı Aslı Egeli, Beyoğlu’nda gezerken yaşadığı bir kapkaç sonucunda kendisine yardım eden İstanbul’un en büyük hırsızlık çetesinin oğlu olan Kerem’le tanışır. Bu karşılaşma Aslı ile Kerem arasında aşk ve evlenmeye uzanan romantik bir ilişkiye neden olur. Film, çete liderinin oğlu olduğunu Aslı’dan saklayan Kerem’in yaşadığı olayları konu alıyor.
Kadın karakterin adeta “olanı var olmayanı var” diyerek çevresindeki tüm çiftlere imrenerek bakmasıyla başlıyor film. Kendine güveni olmayıp, tek başına vakit geçiren bu karakterin ilerleyen sahnelerde iyi eğitim almış sahne sanatçısı olarak karşımıza çıkması konu/karakter bütünlüğünü bozduğunu baştan söyleyelim.
Film boyunca, başrol kadın oyuncuyu yok denecek kadar az görüyoruz. Bu durumda seyircinin kadın karakter hakkında bilgi sahibi olmasını engelliyor. Bu yokluğun yönetmen, senaristin ve diğer teknik ekibin gözünden kaçmasını anlamak gerçekten mümkün değil.
Erkek oyuncunun, kadın oyuncunun beklentilerini çok kısa sürede sezmesi ve ona göre hareket etmesi, kadın oyuncuyla karşılaşmadan önceki kıyafetlerinin farklılığı filmin içindeki mantık hataları olarak göze çarpıyor.
Erkek karaktere can veren Onur Tuna’nın mafya oyunculuğu bize Kıvanç Tatlıtuğ’un “Organize İşler Sazan Sarmalı” filmindeki Sarı Saruhan rolünü, Erkan Petekkaya’nın “Kolpaçino 3” filminde Başkan rolünü, Cem Yılmaz’ın “Organize İşler” filmindeki Müslüm Duralmaz rolünü hatırlatıyor. Replikler değişse de jest ve mimikler diğer karakterin benzeri veya devamı niteliğinde. Türk sinemasının gidişatına bakılırsa bu karakteri daha çok görecekmişiz gibi duruyor.
Erkek oyuncunun gözlük arkasına saklanarak gerçek kişiliğini saklaması Clark Kent (Süperman) havası vermiş. Özgün olmayan ancak film için gerekli olan iyi düşünülmüş bir ayrıntı olduğunu belirtelim.
Mafya babası rolündeki erkek oyuncunun bir sohbet esnasında klasik bir müziğe dair yorumunu saymazsak kıyafetleri dışında kendisini gizlediğine dair hiçbir şey yok.
Altan Erkekli, Kabadayı filminde Ali Osman rolündeki Şener Şen kadar başarı olmasa da yaşına rağmen yine de mafya karakterinin hakkını vermiş.
Seyirci Filme Yetişmeye Çalışıyor.
Filmi izlerken seyirci filmin arkasından yetişmeye çalışıyor. Filmde olaylar o kadar hızlı gelişiyor ki, seyirci adeta filmin arkasından koşuyor. Gereksiz mafya görüntüleri ve diyaloglarla film boğulmuş. Anladık! Erkek oyuncu, ailesi mafya ve kadın oyuncunun kültürlü ailesiyle taban tabana zıt. Bunun bu kadar uzatılması romantik komedi türünde bir film için gereksiz olmuş. Film sürekli mafya babası rolündeki kişilerin yanlarındaki adamlara kızmasıyla geçiyor.
Kapkaç olayının bu kadar hızlı gerçekleştiği ve oyuncuların bu olay karşısındaki tepkilerinin bu kadar yavan olduğu başka bir film yoktur herhalde. Oyuncuların birbirine aşık olması, sizli bizli konuşmadan ışık hızıyla senli- benli konuşmalara geçilmesi de filmin acelesi olduğunu gözler önüne ilk dakikalarda sermiş durumda.
Evlenme teklifi edildikten sonra oyuncuların adını öğrenmemiz unutulmuş da sonradan eklenilmiş gibi eğrelti bir yama gibi göze batmakta.
Yaşlı kadının çantasından çıkan paranın azlığı üzerinden verilmesi gereken mesaj verilmemiş. Düşülmüş ama seyircinin beklentisini karşılamayacak düzeyde âtıl durumda bırakılmış.
Müzik üzerinden aileler arasında uçurumların olduğu vurgusu yersiz olmuş. Müzik dili evrenseldir. Sosyo-kültürel ve ekonomik farklıları aynı çatı altında buluşturur müzik. Farklı dünya görüşlerine sahip insanların da müzik türleri arasında geçiş yapabildiği aşikardır. Burada asıl vurgulanması gereken müzik değil de dini, ideolojik, siyasi, kültürel tezatlıklar ön plana alınmış olunsaydı konu daha iyi seyirciye verilebilirdi.
Romantizm anlayışı basma kalıp olarak her film ve dizide aynı şekilde devam ediyor. Kırmızı balon ve kırmızı güller. Farklı bir soluk getirilemez mi, bunlar kullanılmadan da romantik olunamaz mı?
Türkiye’deki yönetmenlerdeki temel problem bir türlü erkek ve kadın başrol oyuncusunun kusursuz ya da kusursuza yakın olması için gereksiz bir çaba içinde olması. Erkek oyuncu ve kadın oyuncunun fiziksel özellikleriyle filmin ses getirileceği düşünülmüş ama konu, kurgu ve teknik eksiklikler bu sesi daha filmin başında kesmiş durumda.
Türk sineması ne zaman vazgeçecek?
Filmde, bir çanta için aşırı tepki verilip “Ecel geldi mi gitmiyor” repliğiyle ayaklara sıkılması, ecelle yaralamayı ayırt edemeyecek bir ekibin var olduğunu gösteriyor. Ayrıca son zamanlarda yerli yersiz olduğuna bakılmadan silah sıkılması (Trafikteki Tofaş marka arabaya ve içindekilere silah sıkıldığı sahne) gerekli gereksiz adam öldürmenin sinema filmiyle eş değer tutulması izleyicinin sıkıldığı bir hal almaya başladı. Mafyadan beslenen dizi ve film sektörü ne zaman bundan vazgeçecek merak ediyoruz.
Karakterlerin ilişki süresi üzerine verdikleri bilginin birbirini tutmaması bir başka çekim hatası örneği olarak verilebilir.
Film romantik de değil komedi de. Kadın oyuncunun uzun bir süre ekranda görülmediği, erkek oyuncuyla diyaloglarının çok az olduğu bir filmin romantik olması düşünülmemesi gerekiyordu ancak düşünülmüş. Kaş espirisi, Çaykovski espirisi, polis amirinin giydiği gömlekler, yerli yersiz niçin çıkardığı belli olmayan çoraplar da nasıl bir komiklik beklenildiğinin seyirci tarafından anlaşıldığını sanmıyorum. “Okuyom ben ya” repliği tebessüm ettirdi ancak bu tebessüm ne filme ne de oyuncularaydı. Tamamen Repliğin yaşanıldığı olayın hatırlanmasınaydı.
Emniyetin suçluların saçlarını kestiği sahnede ne amaçlanmış? Mafyavari bir emniyetin gösterilmesi komik olmadığı gibi gerçeklikten uzak olmuş.
Arka sokak görüntüleri, eski evler, mimari yorgunluk, duvar yazıları, çamaşırlar… Güzel düşünülmüş ancak yeterli değil. Yönetmeni Deniz Denizciler’e ve Sanat Yönetmeni Yaşar Celal Özakoğlu’na 1997 yapımı Ağır Roman filminin arka sokakları ekrana nasıl yansıttığına dikkat ederek tekrar izlemelerini salık veririm.
İyi yetişmiş bir kadın oyuncuya ve eğitimli ailesine rağmen erkek oyuncunun asıl karakteri daha iyi gizlenebilirdi. O kadar ortada olan bir durumu (özellikle ikinci kez mafyavari araçlarla ve ekiple kız istenmeye gelinmesi) filmin sonuna kadar kız ve ailesinin anlamaması inandırıcılıktan uzak.
Düğün, tutuklanma sahnesi, kızın olaylar karşısındaki tepkisinin yetersizliği, tüm o yaşanılanlar karşısında ailelerin masalardan kalkmaması tam bir fiyaskoydu. Tüm bu absürtlüğün ortasında çalan müzikle duygusallığın verilmesi seyirciye “Film boyunca ne aşk yaşadılar ki ne duygusallık verecekler” yorumunu yapma hakkı veriyor.
Hiçbir dizide ve filmde bu kadar hızlı yargılanma süreci görülmemiştir diye tahmin ediyorum. Damatlıkla yargılanan erkek oyuncuyu evinde günlük elbiseleriyle izleyen kadın oyuncunun zıtlığı göz kanatacak düzeyde tutarsızlık örneği olmuş.
Filmin sonlarına doğru “Böyle bir aşk görülmemiş dünyada” şarkısına giren kadın oyuncuya bizde film boyunca göremedik demeden kendimizi alamıyoruz maalesef. Klasik müzik dinleyicisinin ve piyanistin arabeskin eleştirildiği bir filmde bu duruma bu kadar hızlı adapte olması filmin mantığına aykırı olsa da dört nala bitişe doğru koşuşturmacasına uygun olmuş. Senaryo o kadar yoğun olmalı ki bu kadar hızlı giden bir film yeterli olmamış ki, filmin sonunda kadın karaktere geri kalan kısım iç ses olarak okutulmuş.
İzlediğimiz Ağır Romantik adlı bu filmde bir kere daha gördük ki Türk sineması seyircisine güvenmemektedir. Seyirciye güvenip kurgudaki boşlukları seyircinin doldurmasına fırsat verilmiş olsaydı bu kadar hızlı ve yoğun bir filmi izlemek zorunda kalmayacaktık. Seyirci artık özgün konu ve kurgunun silah-mafya ekseninde gelişmediği, izlerken kendini, kendi hayatındaki olayları beyaz perdede görmek istiyor. Yönetmen ve senaristlere halkın gerçekliğine bakmalarını orayı iyi gözlemlemelerini tavsiye ederim.