Rüzgarın Hatıraları
Filmi izledikten sonra kendi kendime sorduğumda en küçük bir hoşnutsuzluk belirmedi kafamda. Oysa Sonbahar’da da Gelecek Uzun Sürer’de de birçok eleştirim olmuştu. Özcan Alper çok başarılı bir filme imza atmış ve şimdiden bir sonraki filmini merakla beklemeye başladım.
Film hakkında neler söylendiğine ilişkin kısa bir araştırma yaptığımda okuduklarıma inanamadım. Kimi durağanlığından, kimi duygusuzluğundan söz etmiş. Kimi Semih Kaplanoğlu’nun Yumurta filminde şehirden taşraya giden karakterden çalıntı olduğunu demeye getirmiş, kimi sanki suçmuş gibi Angelopoulos’tan, Tarkovsky’den izler görmüş. Tıpkı Mevlana’nın fil hikâyesindeki gibi hortumunu tutan bir şey söylemiş, kulağını tutan başka bir şeye benzetmiş.
Sanki Aram uzun yıllardır gitmediği memleketini bir nedenle özlemiş de gitmeye karar vermiş, Sanki yaşadığı şeyler o kadar sıradan şeylermiş ki, bundan önce pek çok filme konu olmuş, Özcan Alper de temcit pilavı gibi seyircinin önüne getirmiş.
Sanki 1915’te yaşananlar konu bulamayan yönetmenlerin ikide bir beyazperdeye taşıdığı türden, sanki varlık vergisi dönemi enine boyuna anlatıldı sinemamızda…
Gerici, şoven yanlarından utanan ama bir kova dolusu sinematografik kelimelerle dik alasını yapanlar o derece ileri gitmiş ki, baştan sona tutarlı, baştan sona izleyiciyi sıkmayan, baştan sona yeni, özgün bir filmi tümden başarısız ilan etmiş.
Ama Güneş balçıkla sıvanmaz.
Özcan Alper suya da dokunmuş, sabuna da dokunmuş, insanlık mesajı vermiş, bu ülkede yaşayan herkesin Oğuzların yirmi dört boyundan gelmediğini, pek çoğunun katledildiğini anlatmış. Bari aramızda yaşayanlarla hala bir umut varken kardeşçe, barış içinde yaşayalım diyenlerin sesine ses vermiş.