BAYAN GÜLERYÜZ
beni şiirle hatırla
akan kanın kelimelerle gizlendiği
karaduygulu şiirlerle
toprağından ateşler peyda olan
yüreğimdeki fay kırıklarıyla
ve bu alevlerle savaş yapan
o kırıklara bilincin yeraltından gelen
çağlayan suların döküldüğü
gözyaşı ve sevi ırmaklarıyla
-zaten gerçek sevi ahtan,
kederden başka nedir ki-
ve bu coşkun keder ırmaklarını
saklayan pırıltılı gülümseme maskemle
yakıcı bir arzuyla güneşe uçmak isteyen
balmumundan, hayali, beyaz kanatlarımla
insanlığın kara yazgısına inat
-bu yazgı onun eserinden ibaret değil mi ki?-
ve bu yazgıya dünyayı güzellik kurtaracak
düşüncesini kendime kılavuz edinerek
evrene gönderdiğim güzel mesajlar
ve o sırça köşkün bir gün yıkılacağına
bütün kalbimle inanarak
yıkıcı eylemlerle direndiğim
ve onu dönüştürmek istediğim
güneş sarısı bir umudun masmavi
düşlerle beslenip yeşerdiği
göğün sonsuzluğuna uzanan
o huzur veren, yüce hülya ağacımla
çocuksu sesimle söylediğim
içe dokunan, ağıtsı şarkılarımla
bir türlü susturamadığım.
hatırla beni, hatırla…unutma…
ve benim masalım:
bayan güleryüz bir varmış bir yokmuş
gülüşü bir yaprak, bilişi bir dal olan
gökyüzünü belleği belleyen
bir goncagül kimliğine bürünmüş
ne var ki hasta bir gülmüş o
sevi yoksunu, sevgiye muhtaç
kimi zaman bir meryem
kimi zaman da bir suzan
bir leyla ya da bir züleyha
olmuş bu yeni ortaçağ’da
romantik bir bunalım çağında
“kentlerin, sokakların, ilişkilerin,
gürültülerin ve merkezi sistemlerin
deseninde”
kah parıltılı renklerle dolu,
kah gıpgri deseninde
kışın toprak kokulu, serin yağmurlarında
yazın kavurucu sarı sıcağında
dilinde:
“ah minel aşki ve hâlâtîhi,
ahraka kalbî bi harârâtihî” …
bayan güleryüz bir varmış bir yokmuş
hazin bir hikâyeye dönüştürmüş o
yazgısını bile isteye
musmutsuz bir sonla biten
ve bu hazin hikâyenin sonunda da
olmayacakmış o taa içten
gülen gözlerinde yaş
öyle deyip söz verse de
o füsunkâr hayal hırsızına
ağlayacakmış, ağlayacakmış
ama gözyaşlarını içine akıtıp
saklayacakmış bir hayat kesitinde
kuşanarak o sevimli maskesini
on yüz bin milyon yağmur damlacığı da
konuk oldukları vakit yeryüzüne
yeri çınlatan o mavi çanın gürültüsüne
ve o kötücül kül rengi bulutlara
korkusuzca meydan okuyup
yürürken aheste aheste
ıslanmış yeşil elbisesine
çamur olmuş kırmızı ayakkabılarına
ve sudan çıkmış balık mutasyonuna
uğramasına aldırmadan kayıtsızca
tatlı yağmur damlalarına karışıp da
yok olacakmış tuzlu gözyaşları
en sonunda dibinde derin bir bataklık olan
muazzam bir göle dönüşen
yağmur birikintileri de
acımasızca yutacakmış
yüreğindeki küçük denizi
içinde o füsunkâr kayıkçıyı düşlediği
usul usul ilerleyen
gelip kendisini görmesini istediği
bayan güleryüz bir varmış bir yokmuş
ağlayacakmış, ağlayacakmış, ağlayacak…