Bahar Dalı
Ana rahmine düşen her dölüt bahar dalı kadar taze ümitlerimizi körükleyerek, yaşam yolumuzu süsleyen evlatlarımız olarak vücut bulur… Neşeyle bağrımıza basıp gül yaprağı kokulu minicik bedenlerini şefkat dolu yüreğimizle sarıp sarmalarız. Bağımlısı olduğumuz henüz ağzı süt kokan miniğimizi munis öpücüklere boğar, en mahrem anlarına tatlı bir şımarıklıkla şahit oluruz. Mahmur gözlerimizden rüyaların izi silinmeden sesine ses olur, gülümsemesine en coşkulu hȃlimizle yanıt veririz. Günün yorgunluğu ağır bir perde gibi üzerimize inerken yavrumuzun en cılız sesiyle, ufacık bir kıpırtısıyla içgüdüsel olarak sıcacık yatağımızdan fırlarız. İhtiyacını giderir, sabun kokulu teninin ipeksi yumuşaklığını kuştüyü yatağına emanet bırakırız.
Zamana karşı bir yarış içerisinde günlerimiz birbiri ardına devrilirken miniğimizin günbegün büyüyüşünü gözler, hacıyatmaz gibi uykuyla uyanıklığı arasına sıkıştırırız kendimize ait güdük anları. Hayatın dönüşümlü güzelliklerini yaşarken esen yele paravan, kaynar sıcağa şemsiye oluruz. Sevgi ve sabrımızla çevrelediğimiz küçücük dünyasını dikensiz gül bahçesine çevirir, keyifsiz anlarında kucağımızda açan kokulu gülümüzü avutmak için, soslu gevezeliklerle yarenlik ederiz. Büyüme sancıları çekerken derdine deva olur, gözpınarlarında titreşen yaşlara kendi yaşlarımızı katık edip acılarıyla acınırız. Göbek bağını bir türlü gevşetmeye kıyamadığımız evladımızı ninelerimizin tersi dönmüş masallarıyla, çocukken kulağımıza dolan ninnilerle büyütürüz. Kucağımızdan inip emeklediğini, yürüyüp koştuğunu yüzümüze yerleşen gevrek gülüşlerle, buğulu gözlerle takip ederiz.
Yarım yarım hecelerle konuşmaya başlaması, yaşama gülümseyen beceriksiz hȃlleri, kör topal adımları okyanus dalgaları gibi sarar içine alıverir, doyumsuz gülücüklerle hepimizi… Saksıda yetişen çiçek ihtimamıyla, sevgimizle besleyip yetiştirdiğimiz evlatlarımıza hayata dair ilk bilgileri verir, kendi doğrularımızı nakşederiz henüz yumuşak kıvamlı belleğine. Bizim gözümüzle bakmasını belletir, insan olmanın özellikleriyle donatırız. Her şeyden önce sevgi dolu bir kalple nefeslenmesini sağlarız.
Çevremizde peydahlanan çirkinliklere karşın kendini korumasını, yürüyeceği ince, uzun, meşakkatli ve mucizevî hayat yolunun gerçeklerini anlatırız. Yeri geldikçe ve anlayacağı en yalın hâliyle gözümüzün nuruna… Gizli ya da açıktan davranışlarını izler, göz temasıyla yanlışlarını anımsatır, bazen de kanatlarını istediği gibi çırpmasına izin veririz. Günler ayları, aylar yılları şimşek hızıyla kovalayıp eli kalem tutacak çağa gelince, yaşıtları gibi eğitim yuvalarının dost sıcaklığına teslim ederiz evlatlarımızı. Kelebek heyecanlarıyla sevinir, başarılarını destekler, devamı içinse duacı oluruz.
Bin bir emek ve nazla yetiştirdiğimiz evlatçıklarımızın yaşam yolları tehlikelerle kuşatılmıştır. İnsanlıktan nasibini almamış, etik fukarası, gönülleri paslı öyle kişiler ve şeytanî tuzakları vardır ki insanın kanını donduran… Kolay para kazanmanın tadını almış insan kılığındaki sülükler köşe başlarını tutmuş, gözlerine kestirdiklerini türlü vaatlerle kandırıp kimini sarhoş sofralarına meze yaparlar, kimini de türlü fantezilerinin faili… Hırsızlığın, cepçiliğin inceliklerini öğretip elebaşlarına taze güç ararlar çoğu kez. Fuhuş kervanına katacakları bakir bedenler avlanır cadde boylarında. Garların, terminallerin soğuk banklarına tünemiş mahcup, ezik, kimsesiz güzel ve yakışıklı yolcular arasından… Organlarına göz dikilir henüz yaşamının ilk sürgün yıllarında çocuklarımızın. Heder edilir hayatı yenibaharları görüp çiçeklenemeden…
Dikkatsiz, ehliyetsiz, kuralsız sürücünün telaşlı fren izleriyle kararıverir kimi canların hayatları… Sevincini erkekliğin sembolü gibi gördüğü silahıyla gösterip serseri kurşunuyla son bulur nice masumların hayatı… Okul bahçesinin çıkış kapılarını mesken tutan uyuşturucu tacirleri türlü cambazlıklarla alıştırırlar meraklı çocuklarımızı önce bedavaya, her ne şekilde olursa olsun arkasının geleceğini bilerek…
Yeniyetmeliğinin, cahilliğinin, merakının kurbanı olan binlerce evladımız; henüz kendi cennetlerini yaratmaya imkân bulamadan, arkalarında gözü yaşlı ana babasını, sevdiklerini bırakarak şer güçlerin yarattığı anaforun dibe çeken fırdöndüleri arasından kurtulabilmeyi umarak dingin sulara doğru kulaç atarlar…
Kaçı kurtulur? İşte orası muamma…