Agop’un Kazı
Çok eski zamanlarda, tarih kitapları henüz yazılmadan da önce… Elbette bizim güzel ülkemizden fersah fersah uzaklarda, Agop adında bir adamcağız yaşardı. Adamcağız dediğime bakmayın, Çok zengin biriydi Agop. Hanları, hamamları, yatları, katları olan türden bir zengindi üstelik. Düşünün ki hem zengin hem de açgözlü…
İşte bu bizim Agop’un -nerden bizimse- kendisi gibi açgözlü bir kazı vardı. Ne kadar yerse yesin asla doymazdı. Dağ taş dinlemeyip gezer, ne bulursa midesine indirirdi. Mide de mideydi hani!
Ne dert ne tasa, ahmaklık desen para pul istemez! Başkaları açmış, susuzmuş, asılan asılana, kesilen kesilene… Agop’un kazının umurunda mı? Tabii ki değil!
Hiç mi hiç doymayan, kocaman ve biçimsiz ayakları olan bu obur, aynı zamanda yediklerini çiğnemeden yutardı. Öyle kaynak filan da önemli değildi onun için, kirliden temizden, haramdan helalden haberi olabilir mi upuzun boylu, şişkin boyunlu ve unutkan bir kazın?
Hayat kimi soğuk kimi sıcak günlerden, bazısı aydınlık ve ışıl ışıl yıldızlı, bazısı da karanlık ve aysız gecelerden oluşur. Dünyanın aydınlığına da karanlığına da fazla güven olmaz, bilirsiniz. Azıcık aklı erenler bedenlerini değil, kafalarını doyurmaya çalışırlar bu yüzden. Gözlerinin yerine, kalpleriyle bakarlar her şeye… Kocaman kanatlı, küçücük akıllı kaz için ise, yaşamak sadece yemekten ibaretti, bir de kasıla kasıla gezmekten…
Zaten sahibi de tıkardı bunun boğazına yalan yanlış her şeyi. Yesin, yesin de semirsin diye. Bizim şaşkın başına geleceklerden habersiz, neyi yutması istenirse onu yutardı. Peki sonra? Sonrası yok! Her şaşkının başına gelen onun başına da geldi elbette.
İyice semiren kazın boğazına bıçağı dayayıverdi, bir akşam vakti Agop. Kaz uykuya daldığını filan sanıyordu hâlâ… Ve midesi her zamanki gibi tıka basa dolu, karnı son derece açtı son nefesini verdiğinde.
Bir mesaj yaz…