buhurdan ayna
akşam güneşinin
zemine değen aksi paslı makasıyla keser
etekleri tülden düşsel bir entariyi
asılır kalır özürler kurumuş ağaç dallarına
titrek parmaklarıyla göğe tutunur yabancımız tüm kederler
susmalara yetişemem
her susku masmavi kanatlı hızlı bir tren
karabasanların mıydı acaba seni muhacirliğimden devşiren
eskidim halsizim anlayışsızım üstelik
kapılarımı kapatsam keşke uğuldayan rüzgara
esmese düşlerimde narsız bahçelerin tükenmişliği ya da
iplik iplik yağar karamsarlık
kimi zaman yeni doğan günün üstüne
ölmüş ozanlar haykırır uzamış saçları humuslu
duyarsın titreyişini sesinin gökkubbede asice
“yüreğim yanıyor elimde değil”
yorma kendini ay kız
gün sırlı gümüş tespihini saçlarına saracak
sular buhurdan bir aynaya bakarak
gözlerine perde perde lacivert sürmesini çektiğinde
safran sarısı çöllerin çileleri açar
hiç uğranmayan köhne istasyonlarda
portakal ağaçları söyler
son şarkısını bahtsız geçen yazların
kasımpatılar doğar ve ölür
bir sonbahar gecesinde söylenerek ansızın
“sağım solum yalnızlık saklanmayan ebe”
heybemizde güz alacası besteler ıslık çalar durmadan
kuruntulu bir saatin kadranı son kez çırpındığında
ne akrep kaçabilir ne yelkovan pervaz edebilir boşluğa