Duvar saatindeki kuş bir çırpıda dışarı çıktı yuvasından, ürkek fakat merakla baktı dünyaya. Tam yedi kere “guguk” dedi. Demek saat sabahın yedisiydi.
Rüzgârlı Orman’daki tek kulübenin sahibi, yaşlı ormancı çoktan uyanmış, rutin işlerine başlamıştı. Saate baktı yaşlı adam, guguk kuşuyla göz göze geldi.
“Günaydın!” dedi ona.
Tombul bedenli, hafifçe uzun kanatları olan guguk, bu selamı son anda işitmişse de saatine geri dönmek zorundaydı. Alelacele,
“Günaydın Bay Ormancı!” diyerek karşılık verdi. “Kusura bakmayın, benim hemen gitmem lazım, umarım davranışım size kabaca gelmez!”
Birbirinin peşi sıra akıp giden günler, sıkıcı geliyordu ormancıya. İşin aslı şu ki, bütün kâinat rutini sever, insan hariç.
“Arkadaşlığına o kadar çok ihtiyacım var ki anlatamam.” dedi olanca yalnızlığıyla adam.
“Yarım saat sonra yine geleceğim. Şimdilik hoşça kalınız!” Sesinde hüzün vardı minik kuşun.
Yaşlı ormancı boyun büktü, son sözü dudaklarının arasında kilitli kaldı. “Lütfen gitme,” demek istemişti oysa.
Apar topar saatin içine dönen kuş, ipekten yüreğinin tıp tıpları eşliğinde, ev sahibi için üzüldü. İnsanları anlamak hakikaten çok zordu. Ufacık aralıklardan sızan ışıklar olmasa zifiri karanlıktı yuvası. Fakat nedense hiç canı sıkılmazdı, arkadaşa da ihtiyacı olmadığını düşünürdü. Durmaksızın işleyen bir zemberek, sarkaç, yüzlerce ufacık aksam, akrep, yelkovan, kadran, zamanın adaletiyle meşhur çarkı… Etrafı nesneler kalabalığıydı. Hiçbiriyle bırakın dostluğu, aşina bile sayılmazdı.
“Cansız olduğum için mi can sıkıntısı nedir hiç tatmadım? Yaşlı ormancı nefes alıp veriyor, hatta nefesi sesi olmuş, duyuyor, söylüyor, isterse geziyor veya hiçbir şey yapmaksızın öylece duruyor…”
Bu sırada çelik çark mıydı, yoksa sarkaç mı bilemedi; bir şey hafifçe kanadına değdi, birkaç milim daha toparlandı guguk… Nesine lazım, gidişatı bozmaktan çekinirdi.
“… Geceleri dışarı çıktığımda kim bilir kaç kez şahit oldum ki uyuyor. Bu kadar eylemin içinde yalnızlık daha dayanılmaz olsa gerek.”
Dışarıda, yani eski kulübede ses seda yoktu. Yaşlı ormancı dışarı çıkmış olmalıydı. Tik tak, tik tak dedi duvar saati. Akrep yerinde duruyor gibi, yelkovan ona nispet hareketliydi. En küçük zaman diliminden asırlara, hatta bin yıllara ulaşan uzun, belki de çok kısa bir yolun üzerinde minicik adımlarla yürür gibiydiler.
Sadece kendisinin hissedebildiği kısık bir sesle söylendi. “Guguk!”
İnce ve kıvrık gagasıyla tostoparlak göbeğindeki tüyleri didikledi, yarım saat sonrasını düşündü guguk kuşu. Acaba yaşlı ormancıyla karşılaştığında ona ne söylemeliydi?