tülden ince
kim ne derse desin
koyu kahve gözleri var bu şehrin
kaldırımlarında gramafon öksüzü sesler
ılıman bir rüzgardan arta kalır
gümüş tepsiye konup göçen gecesi
düştü düşecek dalından
nefti şarkılara ayın on dördü
işit ey halden bilmez akış
tülden ince parmaklar
toz duman alacası
bir el kapısı açıldı ilkin
bir dost meclisi dağıldı sonra
ağızlarda yarısı söylence yeminler
yine de sevmek gerek
kırk iklim ıslanmalı mendiller
ötesi hep aynı alınganlık
sonsuzluğa düşer günlerin dalı
havada şerha şerha sevinçler
yer kandil ufuk mumdan bu vakit
sürünür yücelerde isimsiz bir gelmeyiş
açılır sümbülden sızılar
siyaha çalar rengi
alaca karanlık bir çiçeğin
her adım ufacık her söz kördüğüm
küskünlüğüyle oynar gölgesi
köksüz yapraksız ve sakin
sulu sepken bir yanı
kor bulup da almadın
sustun ki söylemedin
dilimi kanatır olanca sitemin
korktum ürktü içimde bir garip
aldı kabul etti bensizliğini
kirpiklerinden süzülen keder
kalmak ölmekmiş meğer