Utangaç Saka Kuşu
Şubat geleli henüz bir hafta ya olmuş ya olmamıştı. Fakat kumrular, kuşluk ve öğlen sonrası şarkılarına başlamışlardı, öyleyse bahar yine kapıdaydı. Ne demişler efendim; önce hamsin, sonra bahar!
Onuncu kattaki evimin penceresinden kilometrelerce uzaklıktaki ormana baktım. Kış uzun eteklerini toplamış, başka diyarlara doğru yola çıkmıştı bile. Havada ilkyazın müjdecisi bir aydınlık vardı, ışık her şeyden olduğu gibi mevsimlerden de hızlıydı. Sakalar düştü aklıma nedense, allı pullu sakalar…
Rüzgârlı Orman’da binlerce saka kuşu yaşardı. Görünüşte hepsi birbirlerine benzeseler de hiçbirinin karakteri diğerinin karakterine benzemezdi. Kimi sevecendi, kimi içekapanık; kimi cömertti, kimi fazlaca tutumlu; kimi cesurdu, kimi tutuk… Ve huyu suyu ötekinden farklı olan niceleri…
Bizim öykümüzdeki ise utangaç bir saka kuşuydu. Yolda birileriyle karşılaşırım diye çoğu kez yuvasından bile çıkmazdı. Koskocaman ormanda onu ailesinden başka neredeyse hiç kimse görmemişti. Peki, böylesine utangaç bir kuşla, ben nasıl tanıştım da onu size anlatabileceğim?
Doğa fotoğrafları çekmeyi çok seven bir kral kelebek arkadaşım var. Kral kelebek dediğime bakmayın, kanatları hemcinslerinden azıcık büyüktür. Fakat etrafta böbürlene böbürlene bir uçuşu vardır ki sormayın gitsin! Hem kanatlarıyla hem de çektiği fotoğraflarla etrafına caka satmayı pek sever.
“Baksana ne güzel çekmişim, bu kadar saka kuşunu bir arada gördün mü hiç?” dedi bir akşamüstü bana. Bahçemdeki Cezayir menekşelerinin üzerinde neşeyle uçuşuyordu. Bir yandan da,
“Haydi yakala beni, eğer yakalarsan fotoğrafı sana hediye edeceğim.” diyordu.
“Umurumda bile değil,” deyip evime doğru yöneldim. “Neme gerek benim saka kuşları!”
Kaçan kovalanır, derler, doğrudur. Dostum kelebek omzuma kondu. İlk hamlemde fotoğrafı elinden aldım. Şaşırdı kaldı. Artık fotoğraf benimdi. İşte böylesine basittir bazen her şey, bir anlık cesaret ister, o kadar!
Kral kelebek, çok az sitem ettikten sonra, dereden tepeden sohbet ettik. Çektiği fotoğrafa üstünkörü baktım. Onlarca saka kuşu sanki düğün edercesine bir araya gelmişler eğleniyorlardı. Mutluluk en çok deli dolu bir çocuğa benziyordu. İçlerinden biri dikkatimi çekti; başını yuvasından dışarı çıkarmış, etrafı ürkek bakışlarla kolaçan ediyordu.
“Bu da kim?” dedim fısıldarcasına. Arkadaşım,
“Ha o mu utangaç saka, kalabalığa çıkamaz, ismini bile sorsanız utancından cevap veremez.” dedi.
“Peki neden bu kadar utangaç?”
“Bilen var mı ki söylesin!”
Ne tuhaf huydu bu böyle! Elimdeki kitabın sayfalarının arasına kurutulmak istenen bir çiçek gibi koydum fotoğrafı. Arkadaşım gider gitmez utangaç sakanın hikâyesini yazmaya başladım. Aynı anda sevimli bir ıslık duydum, galiba hikâye kahramanım bana “merhaba” demek istemişti. Yazarından da utanacak değildi ya!